This is default featured slide 2 title

Neşe sindirimi kolaylaştırır

This is default featured slide 3 title

Go to Blogger edit html and find these sentences.Now replace these sentences with your own descriptions.This theme is Bloggerized by Lasantha Bandara - Premiumbloggertemplates.com.

This is default featured slide 4 title

Go to Blogger edit html and find these sentences.Now replace these sentences with your own descriptions.This theme is Bloggerized by Lasantha Bandara - Premiumbloggertemplates.com.

This is default featured slide 5 title

Go to Blogger edit html and find these sentences.Now replace these sentences with your own descriptions.This theme is Bloggerized by Lasantha Bandara - Premiumbloggertemplates.com.

Translate

27 Mart 2014 Perşembe

Akrep sokması,risk faktörü ve tedavi çeşiltleri













AKREP SOKMASI
Akrepler, ülkemizde özellikle Güneydoğu yörelerinde görülür. Bilimsel olarak Scorpius olarak isimlendirilen akrepler yaklaşık olarak 7,5 cm. civarındadır. 8 bacaklı ve önde iki tane kıskacı bulunur. İnce kuyruğunun ucunda iğnesi vardır. Bazı akreplerin zehri öldürücü olabilir. Zehir genel olarak toksalbümin ve düşük oranda da bazı enzimleri içermektedir. Bu zehir kişinin sinir sistemini etkileyen toksinlerin(nörotoksin) kompleks bir karışımını içerir.
Serin, nemli yerlerde yaşarlar, bodrum, çöplükler ve odunluklar en sevdikleri yerlerdir. Bunun yanında elbise ve yerleşim yerleri olan evleri de işgal edebilirler. Genelde akşam serinliğinde ısırırlar. Öldürücü olan türlerle zararsız türleri ayrıt etmek çok zor olduğundan, tüm akrep ısırıklarını acil tedaviye almak gerekir.
Akrep sokmaları ağrılı olmalarına rağmen çoğunlukla zararsızdır. 1500 kadar türü bulunan akrebin zehirli olan tür sayısı yaklaşık olarak ifade etmek gerekirse sadece 30 kadarı tehlikeli olarak kabul edilmektedir. Birçok kişi akrepleri tehlikeli zararlılar olarak düşünür, ama onlar aynı ekosistem içinde önemli bir rol oynarlar. Fare,  eklembacaklıların büyük miktarlarını ve hatta küçük yılanları tüketirler.
Peki, akrepler neden sokarlar? 
Provoke olmadıkça veya kendilerini tehdit altında hissetmedikçe saldırmazlar. Akrep sokmaları en çok küçük çocuklar, yaşlılar ve hayvanlar ciddi sonuçlar doğurmaktadır. Sağlıklı yetişkinlerde akrep sokmaları genellikle tedavi gerekmez, ama çocuğunuzun sokulduğunu fark etmişseniz her zaman acil tıbbi yardım almalısınız. Doktorunuz semptomları ve öykünüzü anlayabilmek için teşhis yapmaya ihtiyaç duyabilir. Eğer ciddi belirtiler varsa, karaciğer, kalp, akciğerler ve diğer organlar üzerinde zehir etkisini kontrol etmek için kan ve görüntüleme testleri gerekebilir.











AKREP SOKMASI SEMPTOMLARIÇoğu akrep sokması en çok sokulan alanda ağrı ve sıcaklık gibi küçük belirti ve bulgulara neden olabilir. Akrep sokmaları çocuklarda daha toksik olduğu için bu durumda hayatı tehdit edebilmektedir.
AKREP SOKMASINDA RİSK FAKTÖRLERİAkrepler taş altında, ağaç kabukları altında yaşayabilirler. Bu nedenle kamp yapma esnasında onlarla karşılaşmanız olasıdır. Kamp sırasında uzun kollu giysiler, pantolon giymeye özen gösteri, yatarken mümkünse uyku tulumu giyiniz. Sayılanların dışında akrepler çöp kovaları, yatak çarşafları ve ayakkabı içinde saklanabilirler. Bu nedenle ayakkabılarınızı giyerken ters çevirip silkelemeniz yerinde olacaktır. Akrep sezonun olduğunun da farkında olmanız korunmanıza yerinde olacaktır. Akrepler bahar ve yaz gece sıcaklığı 21 derecenin üzerinde olduğunda daha etkin olurlar. Seyahat halinde iken başka yerlerden yaşadığınız mekna getirme olasılığınız yüksektir. Seyahat esnasında giyim, bagaj ve saklama kaplarında gizlenebilmektedirler. Akreplerin yoğun olabileceğini tahmin ettiğiniz yerlerde ayakkabısız dolaşmayınız. Pencerelerinizin delik olan kısımları varsa onarınız.
Evinizin yakınında akrepler için saklanma yeri niteliğinde olan çöp, ağaç kabukları, tuğla ve taşları temizleyiniz. Çatıya sarkan ağaç dalları yolu ile akrepler çatıdan girebilirler. Önlem almak gerekmektedir.
TEDAVİLER VE İLAÇLARÇoğu akrep sokmalarında tıbbi tedaviye gerek yoktur. Ama semptomlar şiddetli ise, bir hastanede destek tedavisi genellikle gereklidir. Yatak istirahatına ek olarak yüksek kan basıncı, ajitasyon ve kas spazmları, ağrı yönetmek için sakinleştirici içeren intravenöz ilaçlar kullanılabilir.
kaynak:http://urlj.com/onj9y5

Apse nedir tedavisi ve belirtileri















Apse Nedir?
 İltihaplanma çeşitlerinden olan apse, dokunun zedelenerek erimeye yol açması ve böylece içinin cerahat denilen sıvı ile dolmasıyla meydana gelmektedir. Bazı istisnai durumlarda ise örneğin yaralanmalar ve damarların tıkınması nedeniyle dokunun ölmesine yol açarak apsenin ortaya çıkmasına sebebiyet verebilmektedir. 












Apse Türleri Nelerdir?

 Apse çeşitleri sıcak ve soğuk apseler şeklinde iki kısma ayrılmaktadır. Bunlardan sıcak apse; ağrılar/sancılar yaratabilir ve sızlamalar yapabilir. Ayrıca ateşin yükselmesine de neden olabilir. Sıcak apseyi oluşturan nedenler tamamen mikroplardan kaynaklanmaktadır. Sıcak apsenin belirtileri: sıcak apsenin dört temel belirtileri mevcuttur ve bunlar; ağrı/sancı yaşanmaları, şişlikler, kırmızılıklar ve sıcaklıktır. Sıcak apsenin etrafı sert yapıda ve orta kısmı da tam tersine yumuşak ve esnek yapıda oluşmaktadır. Diğer apse çeşidi olan soğuk apse ise verem gibi çok ciddi hastalıklarda görülebilmektedir. Soğuk apsede, apse bölgesine parmaklarınızla dokunduğunuzda sıcaklık hissi alamazsınız ve parmaklarınızı basmakla da ağrıyı/sancıyı geçiremezsiniz. Sıcak apseyle karşılaştırdığımızda belirtileri net ve kesin değildir. Yine de apsenin içerisini delme yardımıyla görebilirseniz aynı sıcak apsede ki gibi bir sıvı ( cerahatin) olduğunu gözlemleyebilirsiniz. Soğuk apsenin sıvısında mikroplar yer almamaktadır. Sadece zedelenmiş dokucuklardan meydana gelmektedir. 

Apsenin Tedavisi Nedir? 

Cerrahi operasyonlar ile bu apselerin içleri açılarak cerahatin (sıvının) mikroplu veya mikropsuz boşaltılarak temizlenmesiyle ilk işlem gerçekleştirilmektedir. Bu apse bölgesine antibiyotik içeren merhemlerle sürülme ve yedirilme işlemi uygulanarak iyileştirme çalışmaları yapılmaktadır. Ayrıca antibiyotik tedavisinin önemli olmasından dolayı oral/ağız yoluyla da ilaçlar verilmektedir. Eğer ki tedavi yöntemleri uygulanmaz ise apseler kendiliğinden geçemeyeceği için bu apseciklerin vücudun diğer bölgelerine ve organlarına ve hatta dokularına sıçrayarak yayılmasının çok kısa sürede gerçekleşmesi mümkün olmaktadır. Hastalığın ilerleyerek küçük bir apseden ölüme kadar yol açabilmektedir. Soğuk apsede de verem gibi ciddi hastalıkların ilaç tedavileri uygulanmaktadır. Hastalığın belirtilerinde ise karşımıza yorgunluk, iştah kaybı ve doğal olarak kilo kayıplarının yaşanması görülebilmektedir. Ayrıca kanamalarda görülebilmektedir. 
Kaynak: http://urlj.com/t9bjnq

Akciğerde sıvı toplaması nedir belirtileri ve tedavi yöntemleri











Halk arasında akciğerde su toplanması olarak bilinen durum aslında göğüs içerisinde fakat akciğerlerin dışında sıvının birikerek, akciğerlerin genişlemesine ve solunuma engel olduğu bir tablodur. Sıvı, göğüs duvarının iç kısmında bulunan zar ile akciğerin yüzeyini kaplayan zar arasındaki boşlukta birikir.
Sıvı nasıl oluşur?
Bu boşlukta normalde sürekli oluşan ve emilen sıvı denge halindedir.  Bu denge genellikle iki nedenle bozulur. İlk neden, özellikle kalp – böbrek yetmezliği tablolarında gözlenen basınç dengelerinin bozulması ve buna bağlı olarak sıklıkla sarı renkte sıvı oluşumudur. Diğeri ise zatüre sonrası görülen yine koyu sarı renkte ya da özellikle kanser hastalarında gözlenen damar geçirgenliğinin artmasına bağlı olarak gelişen kanlı sıvı birikimidir.









Tedavide neler yapılır?
Sıvı birikimi kalp-böbrek yetmezliği sonrası oluşmuşsa öncelikle bu organların yetmezliğine yönelik tedavinin uygulanması gerekir. Sıvı çok fazla ise kateter veya göğüs tüpleri kullanılarak boşaltılır.
Kanserli hastalarda ise sıvının boşaltılarak tekrar oluşmasını engellemeye yönelik olarak akciğer ve göğüs duvarında bulunan zarların birbirine yapışmasını sağlamak amacıyla tedaviler uygulanması gerekir. Bu yöntemler kapalı endoskopik yöntemlerle yapılan pudra uygulaması veya zarın soyulması işlemleridir. Göğüs içine verilen pudra bir yangılanma oluşturarak zarların birbirine yapışmasını sağlayarak sıvının birikebileceği potansiyel boşluğu kapatır.
Tedavi yöntemlerinin başarı oranları nasıldır?
Pudra, sıvıyı boşaltmak amacıyla göğse takılan bir göğüs tüpü ya da kateterden de verilebilir. Fakat bu yöntemle başarı oranı % 60-70 civarında iken endoskopik pudra uygulaması ile aynı oran % 80’lere ve hatta endoskopik olarak zarın soyulması ile de %’ 90’lara kadar çıkar.  
kaynak:http://urlj.com/ahxsku

Fmf(Ailevi akdeniz ateşli hastalığı)nedir belirtileri ve tedavisi











Fmf hastalığı nedir?

FMF hastalığı (ailevi akdeniz ateşi) ailesel bir hastalık olup özellikle anadoluda yaşayan insanlarda (türkler, araplar, yahudiler) sık görülmektedir. fmf hastalığının tanısında tipik karın ağrısı öyküsü olması, aile anamnezi olması, MEF geni denilen genin (+) olması ve kolşisin isimli bir ilaç başlandıktan sonra şikayetlerin azalması önemlidir. FMF ataklarında karın ağrısı , ateş, ayak bileklerinde kızarıklık ve şişlik, nefes alırken göğüste batma hissi gibi şikayetler olur. Karın ağrısı şiddetlidir (hastayı kımıldatmaz, karnına dokundurtmaz. Öyle ki doktora gidildiğinde apandisit teşhisi rahatlıkla konur, bu yüzden bu hastaların büyük çoğunluğu apandisit ameliyatı olurlar) ve karın ağrısı olduğu dönemde kabızlık sonrasında ishal yakınması görülür.
FMF hastalığında ataklardan daha çok amiloidoz (biriken ve o organda hasar yapan bir madde) gelişmesinden ve buna bağlı böbrek yetmezliği oluşmasından korkulur. Amiloidoza bağlı oluşan böbrek yetmezliğinde böbrekten ciddi miktarda protein kaçağı olur ve ellerde, ayaklarda şişme meydana gelebilir. Tedavide verilen kolşisin hem atakların sıklığını ve şiddetini azaltır hem de amiloidoz gelişmesinden korurfmf hastalığı

FMF kaç yaşından sonra görülür?

Hastalık çoğu kez 5-15 yaş dolaylarında belirti vermeye başlar, seyrek olarak daha erken ve daha ileri yaşlarda da başlayabilir. 40 yaşını geçmiş bir kişide FMF’in başlaması nadirdir.

FMF’in tedavisi var mıdır?

Evet koltisin isimli bir ilaç FMF ataklarının gelmesini çoğu kez engeller ya da daha seyrek ve hafif geçmesini sağlar. Bu ilaç ancak sürekli (yani her gün) kullanılırsa gerçek etkinliğini gösterir. Günlük dozu 1-2 mg’dır (günde 2-4 tablet). Türkiye’de “Colchicum Dispert” ve “Kolsin” isimleriyle satılmaktadır, her tablette 0.5 mg kolşisin bulunur.









Fmf Hastalığı Belirtileri

Efemef hastalığı ve Fmf hastalığı aynı anlama gelmekle birlikte halk arasında bilinen adı ise Akdeniz Ateşi hastalığıdır. Efemef hastalığı Akdeniz’e kıyısı olan ülkelerde yaşayan halklarında yani Türkiye, Ermenistan, Arabistan ve İsrail gibi ülkelerde yaşayanlarda görülmektedir.

Efemef hastalığı vücuttaki çeşitli organlarda meydana gelen iltihap şeklinde ortaya çıkmakla birlikte irsi bir rahatsızlıktır ve tam olarak bu hastalığa neyin sebep olduğu bilinmemektedir.

Efemef hastalığı belirtileri olarak en başta karın ağrısını saymak mümkündür. Karın ağrısı belirtisi dışında, göğüs ağrısı, yüksek ateş, eklem ağrısı ve eklem şişliği ya da deri döküntüleri gibi hastalık belirtileri olarak ortaya çıkmaktadır. Bu belirtiler ile birlikte gelen ataklar birkaç gün süren ve kendiliğinden düzelerek yok olan ataklar halinde olmaktadır. Ataklar düzenli aralıklarla tekrarlanmaz.

Efemef hastalığı belirtileri ile birlikte gelen bu ataklar genelde bir hafta gibi uzun süre boyunca devam etmekte ve sonra kendiliğinden yok olmaktadır ancak daha seyrek gözükmekle birlikte birkaç saatliğine ortaya çıkan ve yok olan ataklarda olabilir.

Efemef tedavisi için en etkili yol bitkisel olan Kolşisin ilacıdır. Bu ilaç çiğdem bitkisinden yapıldığından doğal bir ilaçtır. Bu ilacı düzgün bir şekilde doktor gözetiminde içen hastalarda diğerlerine oranla çok daha seyrek atakların geldiği ve geldiğinde de çok daha hafif atlatıldığı görülmüştür.


Kaynak: http://urlj.com/ys3lgt

Ağrılı aybaşı halleri nedenleri ve belirtisi













AĞRILI ADETAdet, her ergen ve menopoza girmemiş olan kadının yaklaşık ayda bir kez periyodik olarak gerçekleşen bir dönemdir. Bu dönem, her kadın için ayrı bir hususiyete sahiptir. Kimisi için normal bir şekilde ağrısız ya da hafif bir ağrı geçirilebilirken bazısı için hayatı zindan eden bir süreç haline dönüşebilir.
ADET SÜRECİNİN İŞLEYİŞİÜreme dönemindeki normal bir kadında her ay bir adet yumurta(ovum) üretilmektedir. Yumurtalıklarda üretilen bu yumurta için döl yatağında bir takım hazırlıklar yapılır. Amaç ise, yumurtanın döl yatağı çeperine tutunmasını sağlamaktır. Bu çerçevede döl yatağı çeperi kılcal damar bakımından zenginleştirilir, yumurtanın tutunabileceği bir kabarıklık meydana getirilir. Bu kısım, şayet döllenme meydana gelirse zigotun(döllenmiş yumurta) gelişip bebeğin olgunlaşacağı kısımdır.Konumuzu ilgilendiren kısım ise buradan sonrasıdır. Döllenmenin olmadığı durumda ise gerçekleştirilen hazırlıklar boşa yapılmış olur. Bu durumda sil- baştan tekrardan dölyatağında benzer oluşumlar meydana gelir. İşte, dölyatağındaki bu hazırlıkların parçalanması ile kanama meydana gelir. Bu kan bir kısım pıhtı ve doku parçaları ile birlikte vajinadan dışarı atılır. Bu parçalanma süreci kadına ağrı olarak yansır.
ADET SANCISI NEDEN OLUR?Ağrılı adet görme, tıp dilindedismenore olarak isimlendirilmektedir. Ağrılı adet adet döneminde meydana gelen kramp şeklindeki ağrılar demektir. Genellikle adet dönemi boyunca, rahim içerisine biriken kanın dışarı atılmasına bağlı olarak rahmin kasılmasına bağlı olan ağrıların hissedilmesidir. Bu ağrılardan burada etkili olan bazı hormonlar, bazı proteinler sorumlu tutulmaktadır.
Ağrılı adetin tek belirtisi elbette kramp tarzında ağrılar değildir. Buna bulantı, kusma, çok şiddetli karın şişliği, tuvalete gidememek, iştahsızlık baş ağrısı, sinirlilik vs. eşlik edebilir. Ağrılı adet sık sık tekrarlıyorsa, şiddeti gittikçe artıyorsa, her adet döneminizde günlük aktivitelerinizi kısıtlayacak hale geliyorsa ya da işinizi yapmasına engel oluyorsa mutlaka jinekoloğunuzu ziyaret etmeniz gerekir.














ACABA, NE KADAR AĞRI NORMAL?Adet görülmesinde sancı ve ağrı görülmesinin nedeni, rahim içerisinde kalan kanı boşaltmak için rahim kaslarının bazı hormonlarla kasılması sonrası oluşan bir durumdur. Primer ve sekonder ağrılı adet şeklinde olarak ikiye ayrılır.
Primer ağrılı adet görmesinde ağrının altında yatan başka bir hastalık yoktur. Genellikle bir iki adet döneminden sonra başlar ve 23 yaş civarında gittikçe azalır. Çoğu kadının görüşüne göre ise doğum yaptıktan sonra bu ağrıların azaldığı yönündedir.
Sekonder ağrılı adette ise ağrının sebebi olarak ise altta yatan başka bir hastalık vardır ve genellikle sekonder tip adetler adet başlamadan yani birkaç gün önce başlar. Adet sonrasında uzun bir süre devam eder. Ama primer dediğimiz birinci ağrılı adet ise genellikle adet başlarken veya başlamadan en fazla bir gün önce başlar ve adet döneminde iki gün içerisinde devam eder. Genellikle ağrı kesicilere cevap verir ve ya bunun alternatifi olarak ağrı kesicilere cevap vermezse doğum kontrol haplarına cevap verir.
Eğer ağrılı adet kişinin günlük aktivitelerini kısıtlıyorsa, yaşamdan zevk almasını engelliyorsa, her defasında doktora gitmesine neden oluyorsa, ağızdan alınacak ağrı kesicilere cevap vermiyorsa, iğnelere ihtiyaç duyuyorsa mutlaka bir doktora başvurması gerekir. Doktora başvurduğunda bunun sebebi araştırılıp primer mi yoksa sekonder mi olduğu öğrenilir. İlk önce kadına bir pelvik muayene yapılır arkasından çok basit bir yöntemle ultrasonografi ile altta yatan başka bir patolojik neden olup olmadığına bakılır.
AĞRILI ADET DOĞUMDAN SONRA DÜZELİR Mİ?Ağrılı adet görme, primer dismenore, altta yatan başka bir nedenin olmadığı durumlarda genellikle 25 yaşına doğru ve doğum yaptıktan sonra düzelmeye doğru gider, ağrılar azalır. Doğum yapmanın adet ağrıları üzerinde etkili olduğu doktorlar tarafından söylenir. Belki insanların biyolojik durumuna göre ağrılarla baş etme şekilleri de değişkenlik gösterebilir. Buna yaptıktan sonra da adet görülmediği için kadınların rahatladıkları düşünülmektedir. Her doğum yapanda da bu ağrılar geçecek diye düşünmek de doğru olmayacaktır.
AĞRILI ADET TEDAVİSİNormalde eğer primer dismenoreden(ağrılı adet) bahsediliyorsa, ağrı kesiciler etkili olmuyorsa doğum kontrol hapları %90 yakın çözüm sağlamaktadır. Eğer altta yatan başka bir patoloji varsa bu patolojiyi gidermeden ağrılı adet görmenin çözümü yoktur. Kronik pelvik ağrıya kadar giden ağrılı adet görmede kesin çözüm rahmin ve yumurtalıkların alınmasıdır. Ama bu altta yatan mevcut patolojilere göre davranılması gereken bir durumdur.
RAHATLAMAK İÇİN NELER YAPILABİLİR?Ağrılı adette basit yöntemlerle başa çıkabilirsiniz. Tabi ki patolojik bir durum mevcut değilse. İlk önce doktorunuza danışarak ağrı kesici kullanmaktan sakın korkmayın. Ağrı kesicilerin kısırlık yaptığı ve ağrı kesicilerin kanamayı azalttığı şeklinde toplum içinde yanlış yaygın bir inanış vardır. Kanamayı azalttığı doğrudur fakat patoljik sebep çıkartmaz ve kesinlikle kısır yapmaz. Gerekli durumlarda doktorlar kanamayı azaltmak için ağrı kesici kullandıkları durumlar da bulunmaktadır. Eğer ağrı kesiciler kullanılacaksa ağrının şiddetli olduğu zaman değil, bu durumdan önce başlanması gerektiği herkes tarafından bilinmelidir. Başlayan ağrıyı kesmek zordur ama ağrınızın başlayacağını hisseder hissetmez alırsanız ağrı kesiciyi daha fazla işe yarar ve daha az doz kullanmış olursunuz. Ne kadar sıklıkla kullanmalıyım? sorusunun cevabı ise eğer mevcut ağrı kesici midenize herhangi bir zarar vermiyorsa, ilacı kullanmanızda başka bir problem yoksa o zaman günde 1-2 tane alınabilir, tabi ki bunların dozajları da önemlidir. Aldığınız ağrı kesicinin tipine göre de dozaj değişkenlik gösterebilir. Kullanmadan önce doktora mutlaka danışılmalıdır. 
kaynak:http://urlj.com/tuxx5y

Adet görme nedir ve belirtileri nelerdir










Adet Görme ve Adet Kanaması Nedir?

Adet görme ve adet kanaması farklı terimlerle ifade edilmektedir. Bu konuda en sık kullanılan ifade türleri aşağıda belirtilmiştir.
   Aybaşı olmak, adet olmak, adet görmek, regl olmak, menstruasyon kanaması görmek  mens olmak, kanama görmek,hastalanmak,kirlenmek ve renkli olmak bayanlar arasında sıkça kullanılmaktadır.
   Kadınlarda adet kanamasının oluşmasının temel  gayesi, adet döngüsünde meydana gelebilecek   bir hamileliğin oluşabilmesi,yerleşebilmesi ve elverişli zeminde  gelişebilmesi için rahim iç tabakasının hazırlanmasıdır.  .
   Adet kanaması bayanlarda  ortalama 4 gün devam eder.Ancak kimilerinde ise  1 ile 7 gün arası da sürebilmektedir.Bu süre kişinin yaşı, fizyolojik ve biyolojik durumu, hormon salınımı gibi durumlardan da etkilenebilmektedir. Adet kanaması sırasında bayanlar ortalama  20 ile 80 ml  arasında  kan kaybetmektedir.Bu miktarın daha az veya çok olduğu durumlarda ise mutlak suretle bir kadın doğum uzmanına başvurulmalıdır.

  Adet Döngüsü ( adet dönemi) Nedir?
 Adet döngüsü kadınlarda  son adet olunan tarihin ilk gününden bir sonraki adet tarihinin ilk gününe kadar geçen süreç  ve döngüde  kadın vücudunda gerçekleşen değişiklikleri içine alan bir dönemdir.Bu dönem  kadınlarda ortalama  28 gün sürmektedir. Ancak kimi kadınlarda  21 ile 35 gün arası dönemlere de ulaşabilmektedir.Kadınlarda  adet döngüsü ergenlik dönemiyle başlar. Bu döngü overlerde yani  yumurtalıklarda olgunlaşabilecek yumurta hücrelerinin sona erdiği  menopoz döneminde ise sona erer.


 





 Ne Zaman Kadınlar Adet Görmez?
  Kadınlar ancak gebe oldukları süreçlerde ve doğumu takiben  emzirmenin devam ettiği sürenin ilk dönemlerinde adet görmezler.Buradan da anlaşılacağı gibi gebelik durumunda kesinlikle adet görme gibi bir ihtimal bulunmamaktadır.
   Hamile Birisi Neden Adet Görmez?
  Adet dönemi sürecinde kadınların vücudunda farklı olaylar ve değişiklikler ortaya çıkmaktadır.Bu döngünün temel amacı kadınlarda üremenin temel çekirdeğini teşkil eden yumurtanın oluşmasıdır. Kadınlarda beyinden salınan  hormonlar döllenme için uygun bir yumurta oluşmasını sağlar.Bununla beraber de rahim yüzeyi de muhtemel bir gebelik için hazırlanır.
  Ancak döllenme gerçekleşmez ise, yani kadın hamile kalmaz ise kadının ürettiği yumurtanın ömrü sona erer.Bununla beraber de gebelik için hazırlanmış olan  rahim iç tabakası da dışarı atılır.Bu süreçle birlikte de adet kanaması oluşur. Buradan da anlaşılacağı üzere gebe olunmadığı takdirde adet kanaması olacaktır.Gebelik oluşmuş ise, doğal olarak yeni bir adet döngüsüne gerek olmayacaktır.Bu durumda da yeni bir adet kanaması görülmeyecektir.
  Oluşan adet kanaması gebeliğin olmadığının, bu nedenle de gebelik için hazırlanan rahmim tabakasının dışarı atıldığının da habercisidir. Adet kanamasını takiben ise, üreme çağındaki kadınlarda yeni bir adet döngüsü başlar, bunda da amaç kadını yeni bir gebelik sürecine hazırlamaktır.
kaynak:http://tahlil.com/adet-gormek-nedir-adet-goren-biri-hamile-olabilir-mi

Addison hastalığı nedir,nasıl tedavi edilir ve belirtileri













Addison Hastalığı

















Böbrek üstü bezleri, böbreklerin üzerinde bulunan, ortalama 5 gr ağırlığı olan bezlerdir. Böbrek üstü bezleri hormon sentezlemekle görevlidirler. Ufak miktarlarda üretilen bu hormonlar, aslında beden için büyük önem teşkil eder. Hatta hayatın sürdürülmesi bu hormonlar sayesinde gerçekleşir de diyebiliriz.
Böbrek üstü bezleri iki bölümden oluşur. Dış ve iç olarak ayrılan böbrek üstü bezleri, dış bölümü korteks, iç bölümü medulla diye tabir edilir. Korteks bölümünde cinsel fonksiyonlar için lazım olan östrojen ve androjen, bedenin tuz ve su dengesini sağlayan mineralokortikoid hormonlar sentezlenir. Bunların yanında böbrek bezlerini bir diğer faydası ise korku, endişe, heyecan gibi durumlarda bedenin dengesini sağlamaktır.
Söz konusu bu hormonların azalması halinde addison hastalığı ortaya çıkar. Dr. Thomas Addison, tarafınca tanımlanan addison hastalığı sinsi ilerleyen ve bedenin dengesini bozan bir tür hastalıktır. Addison hastalığı ile kişide halsizlik, kansızlık, kalp sorunları, kalp basıncı gibi durumlar ortaya çıkar.
Risk Faktörleri Nelerdir?
Addison hastalığı yüz bin kişide 8 kişide görülen ve kadınlar ile erkeklerde eşit oranda görülen bir hastalıktır. Addison hastalığı, menopoza gren kadınlarda, kansızlık hastalığı olan kişilerde, şeker hastası olan kişilerde görülür. Bunun yanında tiroid ve paratiroid bezleri az çalışan kişiler, tiroid iltihaplanması sorunu yaşayanlar, Grave’s ve vitiligo hastalarıda risk altında olan kilerdir.














Addison Hastalığının Belirtileri Nelerdir?
Addison hastalığının en net belirtisi melanodermidir. Yani kişinin derisinde renk koyulaşması başlar ve kahverengi ve hatta siyah bir renk ortaya çıkar.
Bunun nedeni, hastalarda derinin koyulaşmasına sebep olan melanois uyarıcı hormonun çok fazla oranda salgılanmasıdır. Cilt rengin koyulaştığı yerler ilk etapta genelde eller, yüz ve kollardır. Bir süre sonra gövdeye doğru yayılır.
Addison hastasında, bahsedilen bu belirtilerden önce sürekli ve aşırı bir yorgunluk görülür. Bu aşırı yorgunluk addison hastalarında ilk dikkat çeken belirtidir. Bu durumda böbreküstü bezinden salgılanan aldosteron hormonunun azalması ile gerçekleşir. Bu hormon vücuttaki su ve sodyumun oranının düzenlenmesini sağlar. Addison hastası, çok fazla halsizdir ve hastalık ilerledikçe kişinin yataktan kalkacak hali kalmaz. Addison hastasının kan basıncında düşme meydana gelir ve tansiyon düşmesi ile birlikte hızla kilo kaybı başlar. Erkeklerde ise libido azlığı ile kadınlarda adet düzensizliği görülür.
Addison Hastalığı Nasıl Teşhis Edilir?
Addison hastalığının teşhisinde ilk önce hastanın şikayetleri ve öyküsü alınır. Ardından laboratuar tetkikleri, filmler ve bazı testler yapılır. Bilgisayarlı görüntüleme sistemi ile böbrek üstü bezleri izlenir. Addison hastalığı başlamış ise böbrek üstü bezlerinde aşırı büyüme veya küçülme görülür ve kireçlenmeler dikkat çeker. Tetkiklerin sonucunda serum sodyum miktarının azaldığı potasyumun yükseldiği görülmüştür. Belli bir maddenin damardan şırınga ile verilmesi sonucunda kortizol oranı ölçülür.
Addison Tedavisi
Addison hastalığının tedavisi günümüz şartlarında oldukça kolaylaşmıştır. Eksik olan hormonlar tespit edilerek, yerine konulur. Hormon tedavisinin yanında, tansiyon düşüklüğü de tedavi edilmeye başlanır. Doktorun tavsiye ettiği ilaçlar ve dozları kesinlikle tavsiye edilen şekilde ve oranlarda kullanılmalıdır. Tedavi süreci içinde ve sonrasında hastanın yaşam kalitesi artar ve eski sağlığına kavuşması yüksek ihtimaller içindedir.

kaynak:http://www.xn--saglk-q4a.com/addison-hastaligi/

26 Mart 2014 Çarşamba

Ağız kanseri belirtileri,tedavisi ve nedenleri

















Ağız kanseri, genel olarak ağız içinde, dudakların üstünde, bademciklerde, tükürük bezlerinde ve gırtlakta meydana gelen bir kanser türü olmaktadır. Dil, diş eti, dudak ve ağız tabanı kanseri bunun en yaygın halde rastlananlarıdır. Erkeklerde görülme riski kadınlara oranla iki kat daha fazla olan ağız kanseri, genellikle 40 yaş ve üzeri kişilerde görülmektedir. Ancak son zamanlarda bu sınır genç yaş düzeylerine inmiş gibi durmaktadır. Ağız kanseri hastaya birçok anlamda rahatsızlık vermektedir. Konuşma bozukluğu ve zorluğu da bunların başında gelmektedir. Bu nedenle ağız kanserinin erken teşhis ve tedavisi son derece önemli olmaktadır.


Ağız Kanserinin Belirtileri

Bazı durumlarda ağız kanserini tam anlamıyla fark etmek mümkün olamaya bilmektedir. Bu gibi durumlar genellikle diş hekimlerinin muayenesi ya da konusunda uzman doktorların muayenesi ile ortaya çıkarılabilmektedir. Ancak genel anlamda ağız kanserinin belirtileri şunlardır:
  • Dudak, diş eti ve ağzı içinde kolay kanayan ve iyileşmeyen yaralar
  • Yanak ve dilde hissedilir düzeyde şişme ve kalınlaşma
  • Ağzın herhangi bir bölümünde hissizlik, uyuşukluk
  • Çiğneme güçlüğü
  • Yutkunma güçlüğü
  • Dişe eti, dil ve ağızda kırmızı benek oluşması
  • Ses değişikliği gibi temel belirtiler olmaktadır.
Ağız kanserinde ortaya çıkan kanser tümörü her zaman ağrı vermeye bilmektedir. Ancak büyük çoğunlukta kanamalı ülsere neden olmaktadır. Bu belirtiden yola çıkılarak tespit edilmesi mümkündür. Ancak dil kanseri bunun tersi bir durum ortaya çıkarmaktadır. Son derece acı verecek düzeyde olan bu durum dilin bükülemez hale gelmesine neden olmaktadır.

Ağız Kanserinin Nedenleri

Ağız kanserinin en birincil sebebi olarak tütün ve tütün ürünleri gösterilmektedir. Sigara, puro, pipo gibi ürünler arasında geçiş yapmak ve sürekli olarak kullanmak ağız kanserinin temel sebebi olmaktadır. Ayrıca dudak tiryakiliği denilen alışkanlık da ağız kanserine neden olabilmektedir. Sigarayı uzun sür ağızda tutmak bir öncü olarak nitelendirilmektedir. Bilindiği üzere sigara sadece ağız kanseri için değil diğer kanser türleri için de bir tetikleyici niteliğinde kabul edilmektedir. Sigara kullanan kişilerde boğaz, gırtlak, akciğer, yemek borusu gibi kanserlerin ortaya çıkma olasılığı daha yüksektir. Sigara dumanı içerisinde yer alan zararlı maddeler vücutta kanser üretimi üzerinde büyük etkiye sahiptir. Özellikle var olan pasif kanser hücrelerinin aktif hale gelmesinde büyük rol oynamaktadır. Sigara içmek kadar tütün çiğnemek de yine ağız kanserinin nedenleri arasında gösterilmektedir. Bu tür ürünleri uzun süre kullanıp bırakanlar dahi bu risk altında olmaktadır. Ağız kanserinin ikinci önemli nedeni alkoldür. Sık alkol kullanımı nedeniyle ağız ve dişlerde oluşan yaralar ileride ağız kanserini tetikleyici etmenlerden olmaktadır.
 
Ağız Kanserinin Teşhisi

Ağız kanserinin teşhisi konusunda teşhis koymak için mutlaka doktor muayenesi gerekmektedir. Ağızda oluşabilecek herhangi bir şişlikte derhal doktora görünmek en doğrusudur. Bunun yanı sıra yukarıda belirtilen belirtilere göre düzenli olarak kontrole gitmek de gereklidir. Ağız kanseri konusunda ilk muayene görsel olarak yapılmaktadır. Ağız için doktor tarafından iyice incelendikten sonra var olan şişlik veya çatlak üzerinden biyopsi alınarak analiz yapılır. Bu analiz kesin teşhis koyabilmek için önemli olmaktadır. Ağız kanserinin kemikleri ve diğer organları etkileyip etkilemediği bu biyopsi sonucu belli olmaktadır.

Ağız Kanserinin Tedavisi

Ağız kanserinde ilk müdahale cerrahi olarak yapılmaktadır. Yapılan cerrahi müdahale ile kanserli dokular yerinden çıkarılmaktadır. Ancak bu tedaviyle birlikte hastaya radyoterapi ve kemoterapi de birlikte uygulanmaktadır. Bazı ağız kanseri türlerinde lazer tedavisi de uygulanabilmektedir. Fotodinamik adı verilen bu tedavi yöntemiyle kanser hücreleri lazerle yok edilmeye çalışılır.

Ağız kanseri eğer erken teşhis edilirse iyileşme oranı yüksek olan bir rahatsızlıktır. Cerrahi müdahale sonrasında bazen yumuşak dokularda ve kemikli yapılarda protez ve yapay ameliyatlar gerçekleştirmek gerekebilmektedir. Bu konuda tedavi süreci tamamlandıktan sonra uzman diş hekimleri devreye girerek hastaya yardımcı olmaktadır. Bunların yanı sıra konuşma zorluğu olan hastalara da konuşma terapisi de uygulanmaktadır.

Ağız kanserinin tedavisi sırasında ağız sağlığının korunması da önemli olan konulardan olmaktadır. Bunun için hastanın yapması gereken bir takım işler bulunmaktadır. Bunlar;
  • Yemeklerden sonra yumuşak diş fırçası ile dişleri her gün fırçalamak ve diş ipiyle temizlemek
  • Baharat ve çiğ sebzelerden uzak durmak
  • Kuru yemiş ve bisküvi, kraker türü yiyeceklerden uzak durmak
  • Tütün ve alkolden uzak durmak
  • Şekersiz sakız çiğnemek (Ağzın kurumaması için)
Ağız Kanseri Tedavisi Sonrası Yapılması Gerekenler

Ağız kanseri tedavisi sonrası hastanın bu rahatsızlığa karşı alacağı önlemleri tedaviden sonra da uygulaması gerekmektedir. Alkol ve sigaradan uzak durmak bunların en başında gelmektedir. Bunların yanı sıra pipo, tütün çiğneme, puro, nargile gibi tütün ürünlerinden de ayrıca uzak durmak gerekmektedir. Bu ürünler ağza yerleşen kanser hücrelerinin ağza zarar vererek tümör oluşumuna neden olmaktadır. Bunların yanı sıra düzenli beslenmeye dikkat etmek gerekmektedir. Her vitaminden eksiksiz olarak almak gerekmektedir. Bu anlamda bol bol meyve tüketmek en doğrusu olmaktadır. Bunlarla birlikte ağız sağlığına önem vermek de bir diğer konudur. Her gün düzenli olarak dişleri fırçalamak ve temizlemek, ağıza gargara uygulamak sağlıklı olmayı sağlamaktadır.
kaynak:http://urlj.com/ko2pm1

Saman nezlesi nedir,tedavisi ve belirtileri






Saman Nezlesi Nedir?
 Alerjik rinit olarak da adlandırılan saman nezlesi, burun içi örtüsünün iltihaplanması durumudur. Saman nezlesi kimi insanlarda hafif seyrederken bazılarında çok ağır geçmekte ve yaşam kalitesini olumsuz yönde etkileyebilmektedir.






Saman Nezlesinin Nedenleri:Havayla solunan parçacıklara karşı gelişen allerji saman nezlesine neden olmaktadır. Bunlar genellikle polenlerdir. Bu nedenle, daha çok, çiçeklerin açtığı bahar ve yaz aylarında görülür. Ayrıca, hayvan ve kuş tüyleri de alerjiye neden olabilmektedir. Ailesinde saman nezlesi olanların ve egzamaastım gibi başka alerjik hastalıkları bulunanların saman nezlesine yakalanma oranı daha fazladır.
Saman Nezlesi Belirtileri: Hastada aksırmalar, burun tıkanıklığı, gözlerde kızarma, sulanma ve kaşıntı, sulu burun akıntısı, öksürük ve baş ağrısı görülebilir.
Saman Nezlesi Tedavisi: Bütün alerjik hastalıkların tedavisinde olduğu gibi saman nezlesi tedavisi içinde öncelikle alerjiye neden olan etkenlerden korunmak gerekir. Bunun dışında, tedavi için genellikle saman nezlesi ilacı kullanmakta mümkündür. Bu ilaçlar hızlı sonuç vermekle birlikte kesin tedavi sağlamamaktadır. İlaç tedavisinin dışında aşı tedavisi de uygulanmaktadır. Aşı tedavisi ilaç kullanımından daha kalıcı etkileri olan fakat çok daha uzun bir tedavi sürecini gerektiren bir uygulamadır. Teşhis ve uygun tedavi için doktorunuza danışmayı ihmal etmeyin.
kaynak:http://urlj.com/2avtlx